İsrail Gazze’de “savaş suçu” işliyor

İsrail Gazze’de “savaş suçu” işliyor

Gazze Şeridi’nde sivilleri ve sivil altyapıyı hedef alan askeri saldırılar, yasaklı silahların kullanılması, camilerin bombalanması ile tecrit uygulamaları, uluslararası hukuk normları açısından savaş suçuna giriyor.

İsrail, 7 Ekim’den bu yana Gazze’yi ağır şekilde vuruyor. Şu ana kadar 6 binden fazla sivilin hayatına mal olan bu saldırıların kurbanları çoğunlukla çocuklar ve kadınlar.

Saldırıların hedefindeki Gazze şehri, 41 kilometre uzunluğunda, 10 kilometre genişliğinde bir bölge. Dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olarak nitelendirilen kentte 2 milyondan fazla kişi yaşıyor.

Gazze, 2007 yılından bu yana İsrail ablukası altında ve neredeyse her iki yılda bir İsrail saldırılarına maruz kalıyor.

Güneyde Mısır’a açılan Refah Sınır Kapısı’ndan sınırlı yardımlar hariç, Gazze Şeridi'ne karadan girişlerin hepsi, hava sahasının kontrolü de dahil, tamamen İsrail'in elinde bulunuyor. Denizde ise küçük bir açıklık dışındaki alanları yine İsrail kontrol ediyor.

Bu abluka ve ambargo nedeniyle bölgeye insani yardımlar yapılamıyor.

Uluslararası hukuk ne diyor?

Peki, binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan bu saldırılar ve uygulanan ablukaya uluslararası hukuk ne diyor?

Bu soruya İsrail Devleti’nin ilan edildiği 1948 yılından bu yana cevap aranıyor. Zira bu tarihten itibaren Ürdün, Suriye ve Mısır’a gidenlerin yanı sıra tarihi Filistin toprakları içinde de milyonlarca kişi evlerinden edildi binlerce sivil öldürüldü.Bugünlerde saldırıların hedefindeki Gazze, Filistin’in çeşitli bölgelerinden gelen mültecilere de ev sahipliği yapıyor.

İsrail’in son saldırılarıyla bir daha gündeme gelen Uluslararası Savaş Hukuku’nun temelleri, İsrail’in kuruluşundan çok önce atıldı.

İnsani dramların azaltılması, çatışmadan kaynaklı acıların önüne geçilmesi, sivil haklarının ve mağdurların korunması Uluslararası Savaş Hukukunun temel öncelikleri arasında yer alıyor.

İnsan hakları alanında hayata geçirilen en önemli sözleşmelerden biri 159 yıl önce 1864'te İsviçre'de imzalandı. Birinci Cenevre sözleşmesi ile çatışmalarda sivillerin korunması için uluslararası hukukun çerçevesi belirlendi.

Zaman içinde dünyada süren savaşlar nedeniyle anlaşma birçok kez revize edildi. 1949'da son şeklini alan ve 4 sözleşmeden oluşan Cenevre Konvansiyonu "siviller savaşlarda korunmalı" diyor.

Ancak İsrail’in abluka altındaki Gazze Şeridi'nde sivilleri hedef alan saldırıları, insancıl hukuku ciddi şekilde ihlal etmesi sebebiyle uluslararası hukuk normları açısından savaş suçu teşkil ediyor.

Savaş suçu nedir?

Savaş suçu, savaş hukuku olarak da bilinen insancıl hukuk kurallarının ciddi şekilde ihlali durumunda oluşuyor. Bu açıdan öncelikle uluslararası insancıl hukukun ne olduğunun doğru anlaşılması önem arz ediyor.

Uluslararası insancıl hukuk, silahlı çatışan tarafları, sivilleri ve doğal varlıkları korumayı amaçlayan uluslararası antlaşma ve örf-adet kurallarını içeriyor. Bu kurallar, çatışmanın taraflarının kullanabileceği silahları ve çatışma yöntemlerini sınırlıyor.

Savaş hukuku olarak da bilinen insancıl hukuk kurallarının ciddi şekilde ihlali durumunda ise savaş suçu oluşuyor. Örneğin, İsrail’in çatışmalarda kullanılması yasak olan beyaz fosforu Gazze'nin kuzeyinde Kerame bölgesinde Filistinlilere karşı kullanması, uluslararası insancıl hukukun ağır bir ihlali olması dolayısıyla savaş suçu oluşturuyor. Bu durumda beyaz fosforu kullanan, kullanılmasını emreden ve kullanmasını engelleme yükümlülüğü bulunan İsrailli askerlerin, komutanların ve devlet görevlilerinin "savaş suçu" işlediği görülüyor.

Uluslararası insancıl hukuk ve savaş hukuku ayrımı nedir?

“Savaş” tabiri iki devletin orduları arasındaki çatışmalar için kullanılırken, silahlı örgütlerin de çatışmaların tarafı haline gelmesiyle birlikte “savaş” terimi yerine “silahlı çatışma” ibaresi kullanılmaya başlandı.

Taraflarından birinin sadece devlet olmayan silahlı örgütlerin teşkil ettiği çatışmalara “uluslararası olmayan silahlı çatışma” deniyor, eğer her iki tarafta da bir devlet çatışmaya kısmen de olsa katılırsa “uluslararası silahlı çatışma” ibaresi kullanılıyor.Bu iki hukuk dalı büyük oranda aynı şeyi ifade ediyor. Daha önceden sadece devletler arasındaki savaşa ilişkin olması ve merkezine sadece askeri amaçları alması sebebiyle “savaş hukuku” olarak da adlandırılan bu hukuk dalı, artık merkezine insanın korunmasını ve savaş dışındaki silahlı çatışmaları da ele almasıyla birlikte “insancıl hukuk” ifadesiyle tanımlanıyor.

Uluslararası insancıl hukukun kaynakları neler?

Uluslararası insancıl hukukun kaynakları yüzyıllar boyunca insanlığın ortaklaşa ürettiği ve yazılı olmayan “silahlı çatışmalara ilişkin teamül kuralları” ve yazılı anlaşmalardan oluşuyor.Teamül kuralları İslam hukukunda da yer alan esirlerin öldürülmemesi, teslim olanlara eziyet çektirilmemesi ve düşmanın aşağılanmaması gibi çok çeşitli kuralları içeriyor.Uluslararası insancıl hukukun yazılı kuralları ise temelde Lahey sözleşmeleri ve Cenevre Konvansiyonları olarak iki grupta toplandı. İlk olarak 1864 tarihli Cenevre Sözleşmesi ile başlayan bu sözleşmeler, temelde insana eziyet veren ve kullanılmaması gereken savaş yöntemlerini ve araçlarını belirliyor.

Silah teknolojilerindeki gelişmeler ve özellikle İkinci Dünya Savaşı'nda görülen insani yardım ihtiyacını karşılamak için ortaya çıkan 1949 Cenevre Sözleşmeleri, 1925 Cenevre Protokolü, 1977’deki ek protokoller, 1993 Kimyasal Silahlar Sözleşmesi, 1997 Antipersonel Mayınlar Sözleşmeleri ve 1998 tarihli Roma Statüsü insancıl hukukun başlıca kaynaklarını oluşturuyor.

İsrail insancıl hukuk sözleşmelerinden bazılarına taraf olmasa da söz konusu kuralların büyük kısmının teamül hukuku olması sebebiyle, Gazze’ye yönelik operasyonlarında insancıl hukuk İsrail'i de bağlayan bir hukuk rejimi olarak kabul ediliyor.

Öte yandan İsrail’in söz konusu saldırıları “Hamas’ın terör saldırıları” olarak nitelendirerek, insancıl hukukun ekseninden çıkarmayı amaçlaması da geçerli bir hukuki neden olarak görülmüyor zira söz konusu karşılıklı saldırıların “silahlı çatışma” boyutuna varmış olması sebebiyle İsrail her durumda, haklı ya da haksız taraf olmasına bakılmaksızın insancıl hukuk kurallarıyla bağlı bulunuyor.

Uluslararası insancıl hukukun temel kuralları neler?

Uluslararası insancıl hukuk, çatışmalarda temel kuralları belirliyor. Bu antlaşmalar, sivil halkın, yaralıların, hastaların ve savaş esirlerinin korunması, silah kullanımının sınırlanması ve insani yardımın sağlanması konularında uluslararası standartları belirliyor. Buna ek olarak, sivil halk ve savaşçılar arasında ayırım yapmayı, sivillere toplu veya bireysel saldırıları yasaklıyor. Teslim olan veya çatışmaların dışında kalan kişilere saygı göstermeyi, yaralıların ve hastaların özel korunmasını sağlıyor.

Öyle ki çatışmalarda yaralanan ve artık savaşamayacak durumda olan bir kişi de tedavi gördüğü esnada “savaşan” statüsünde değil “sivil” statüsünde yer alıyor. İnsancıl hukuk, sağlık personeli ve tesislerinin korunması, Kızılhaç veya Kızılay amblemine saygı gösterilmesini de gerektiriyor.

Tutsak askerlerin ve sivillerin yaşam, onur, kişisel haklar ve aileleriyle iletişim haklarına saygı gösterilmesi de bu hukukun ayrılmaz bir parçası. Buradan yapılan bir çıkarımla, uluslararası insancıl hukukun, rehine alma ve sivilleri tutsak etmeye ilişkin kategorik bir yasak getirmediği kabul ediliyor.

İsrail, Birleşmiş Milletler nazarında işgali altında bulunan Gazze Şeridi'ndekileri, Cenevre Sözleşmeleri kapsamında çatışma hukuku çerçevesinde birtakım kurallara uymak şartıyla tahliye edebiliyor ancak bu, Gazze'dekilerin kitlesel olarak ve geleceği belirsiz şekilde yerlerinden çıkartılabileceği anlamına gelmiyor.

Üstelik böyle bir durumda dahi, yerinden edilecek kişilerin sağlıklı, güvenli ve makul bir şekilde yeni yerlerine geçmesinin beklenmesi, geri dönüş hakları ile buna ilişkin tedbirlerin alınması gerekiyor. Bu açıdan İsrail’in Gazze’nin güneyine geçmeye çalışan sivillere yönelik saldırılarının da açık bir savaş suçu olduğu görülüyor. Ayrıca İsrail, zorla göç ettirdiği sivillerin geri dönüşleri konusunda da bir plan sunmuyor.Buna ek olarak, İsrailli yetkililerin Gazze'deki halkın ülke dışına, özellikle Mısır’a sürülmesi kabilinden niyetleri insancıl hukuk anlamında bir tahliye olmayıp insancıl hukukun temel amacına aykırı bir durum olarak kendini gösteriyor. 

Grafik: Ayhan Akgün